Tenkit

Kayıp Eşya Bürosunda Bulunmuş "Tiyatro"

20 Mart Dünya Çocuk Tiyatrosu Günümüz Kutlu Olsun!

Bu gün 20 Mart. Dünya Çocuk Tiyatroları Günü. Özel günleri pek sevmem ama bu gün beni heyecanlandırıyor. Tiyatro ile ilk tanıştığım güne, ışıklara ve sahnede olma isteğine geri dönüyorum. Daha gerilere anaokulu gösterime kadar uzanıyorum bazen, bembeyaz elbisem ve özenle buklelenmiş saçlarımla okuduğum şiire. Bazen festivallerde seyrettiğim oyunlar aklıma geliyor, yaşadığım heyecan, ne yapsam anlatamayacağımdan içimde ukteleşen o coşku… Çocuk tiyatrosunda hissettiğim heyecanı diğer tiyatrolarda hissedemiyorum, içim pırpırlanmıyor, yüreğim dünyayı kucaklamıyor. Benim için çocuk tiyatrosu işte böyle bir şey, güneşe uçmak gibi sıcak bir his. Bu yüzden çocuk tiyatrosu seyretmekten vazgeçemiyorum. Bunlar sadece gerçek tiyatronun hissettirebileceği duygular… -Mış gibi değil, yüreğini bu işe koyan, yıllarını bu işe adayan, arayan, deneyen grupların, oyuncuların tiyatrosundan değen duygular… Doğru bu çabayı gösteren grup sayısı çok değil, hele Türkiye’de oldukça az. Çoğu zaman başıma ağrılar giriyor seyrederken bir oyunu, müziğin sesinden kulaklarım tırmalanıyor, bir sonraki cümleyi herkesin bileceği sözler duymak, estetikten uzak sahnelemeler, seçilmiş çocukları sahneye çıkartıp oyuna katma çabaları katlanılacak gibi değil. Çocuk oyunu seyretme gayretini elmas arayıcılığına benzetiyorum bazen, çamurun içinde debelenip durmak, günlerce, aylarca çalışıp çabalamak… İşte gerçekten çocuk tiyatrosunun bana verdiği his bu. Ne mutlu ki, içimdeki coşkuyu anlatabileceğim bir oyun var tazecik seyrettiğim, bulunmuş bir elmas parçası gibi beni mutlu eden; Tiyatro BeReZe’den Kayıp Eşya Bürosu.

Çocuk kitapları yazarı Sevim Ak aslında bir kimya mühendisi, yazma serüvenine 1985’de başlamış. Kentli çocuğun öyküsünü heyecanını sıkıntılarını anlatmış bize, içine umutsuzluğu koymadan. Boşanmış ailelerin çocuklarının dünyasına girmiş, yalnızlığı, ihmal edilmişliği, okulun ve hayatın zorluklarını serüvene çevirmiş, çocukların her şeyi oyuna çeviren diliyle. Kayıp Eşya Bürosu O’nun öykülerinden biri. Öykü takside unutulmuş bir sardunyanın kayıp eşya bürosuna gelmesiyle başlıyor. Oradaki sıkıntısı, yalnızlığı diğer eşyaların hayatına tanık olmasıyla renkleniyor ve gülümseten bir dünyaya ortak ediyor bizi.  Akademi Kitabevi Öykü Ödüllü, TRT’ye öykü ve senaryolar yazan, öyküleri deprem rehabilitasyonunda kullanılan, Doğu ve Güneydoğu’daki çocuklarla yaratıcı okuma ve öykü yazma çalışmaları yapan Sevim Ak’ın bu yetkin öyküsü sahnede BeReZe ile canlanıyor.

Tiyatro Bereze yeni bir grup sayılır, Erkan Uyanıksoy, Elif Temuçin ve Firuze Engin tarafından 2006 yılında kuruldu. “Sen Uzaktayken”, “Ama Bana Lazım” daha önce sahneledikleri çocuk oyunları. Grup tek bir türe bağlı kalmayıp obje, kukla gibi değişik sahneleme biçimlerini deniyor. Kumpanya mantığıyla çalışmalarını yürüten, uzun süreli düşünme, olgunlaştırma ve sahneye koyma süreçlerinden geçerek oyunlarını seyirci karşısına çıkaran bir grup BeReZE. Sen Uzaktayken ve Kayıp Eşya Bürosu obje tiyatrosu tarzında sahneledikleri oyunları.

Obje Tiyatrosuna Bakış

Obje tiyatrosu bizler için yeni bir kavram, günlük hayatımızda kullandığımız nesnelerin sahnede karaktere dönüşmesi ve oyuncular tarafından oynatılması üzerine kurulu. Kukla tiyatrosunu çağrıştırsa da obje tiyatrosunda nesne olduğu gibi seyircinin karşına çıkıyor, görünümü değişmiyor. Nesne küçük aksesuarlarla biçim kazanabiliyor, oyunun bir karakterini canlandırabiliyor, ya da kendi öyküsünü oluşturabiliyor. Obje tiyatrosu özenli bir çalışma sonucu ortaya çıkabiliyor ancak. Bu yeni tiyatro biçimi sadece çocuklar için geçerli değil, klasik bir eseri de obje tiyatrosu olarak sahnelemek mümkün, ilerleyen yıllarda obje tiyatrosunun sadece yetişkinler için yapılan örneklerini de görmek mümkün olacak. BeReZe risk almaktan korkmayan deneyen ve objeyi sanatsal form içine sahnede dönüştürmeyi başarabilen bir grup. Bu yüzden sıradan çocuk tiyatrosu gruplarından hemen ayrılıyorlar.

Öyküler… Sesler…

Oyunu Beyoğlu’nun eski binalarının birinde küçük bir sahnede seyrettim. Kırk kişilik kadar bir salondu. Beyoğlu çocuk tiyatrosu yapmak için uygun bir yer değil, bu yüzden olsa gerek yetişkin seyirci sayısı çocuklardan çok daha fazlaydı. Sessizce seyir yerinden mekâna giren oyuncular fısıltı eşliğinde oyunu tanıtıp oynamaya başladılar, sesiz olmak gerekti ne de olsa kayıp eşyaların hepsi uykudaydı. Durun bir dakika! Bu eşyalar kayıp değil ki, sadece bulunmuşlar ve bir arada duruyorlar ve derin bir uykudalar. Telefon, fön makinesi, dans ayakkabısı, eski bir postal, çanta, çaydanlık, şemsiye, evrak çantası, atkı, elbise, kağıt, çaydanlık ve maydanoz iç geçirmeler ve horlamalarla derin bir uykudalar. Objeler yavaş yavaş kişiselleşmeye başlıyor uyanmalarıyla birlikte belli ki gece hareketli geçmiş. Sprey ile fön makinesinin oyun boyunca birbirlerini kovalamacası başlıyor birden yaramaz çocuklar gibi.  O gün yeni işe başlayan memur elinde “bulunmuş” bir sardunyayla geliyor büroya. Kırmızı renkli yeşil saksısında endişeli ve neye uğradığını şaşırmış bir sardunya bu, sahibi tarafından hep çok sevilmiş ama taşınma sırasında takside unutulmuş korkmuş bir sardunya. Sardunyayla tanışmaya başlayan bulunmuş eşyalar birer birer öykülerini anlatmaya başlarlar bize. Bu öyküler oyuncular tarafından canlandırılır, objelerin yardımıyla. Şemsiye’nin yağmurlu bir günde kayboluşuna, evrak çantasının ülke ülke gezişine, telefonun dinlediği dedikodulara tanık oluruz oyun boyunca. Yan gelip yatan kâğıdın şarkısı ve mutluluğu da cabası, öyle ya kullanılmış olsaydı şimdi bulunmuş değil, çöpte bir kâğıt olacaktı.  Sardunyanın arkadaşları arasında biraz olsun endişesinden kurtulması, dans ayakkabısının tekrar dans etmeye başlamasıyla sürer oyun, maydanozun çürüyüp gitme korkusu ise bir yandan içimizi burkar diğer yandan sürekli gülümsetir bizi paniklemesiyle, kötümserliğiyle. Oyunun sonunda ise bir sürpriz bekliyor bizi, Sevim Ak’ın bu öyküyü bağlayışı, grubun sahneye koymasında ki başarı içimize umut dolduruyor.

Oyunda şemsiye ve evrak çantasının kayboluş hikâyeleri ayrıntılı olarak canlandırılıyor, küçük bir iki yaratıcı ve özenle seçilmiş aksesuarlarla. Stilize edilmiş bu canlandırmalarda detayları anlatmada çok yaratıcılar, kuşlara simit atılmasından tutun da, İstanbul trafiğinden, deniz kıyısındaki güneşlenmeye, yağan kara kadar özenle bezenmiş ayrıntılar var karşımızda. Aynı özeni efektlerde de görmekteyiz. Tüm sesler canlı olarak sahnede ya oyuncuların vokaliyle karşımıza çıkıyor ya da şak şak, marakas gibi ritim aletleri ve afrika ritm çalgılarıyla.  Yaşlı kadınının telefonda konuşma sesinin dilli düdükle verilmesi gibi ayrıntılar oyunu zenginleştiriyor, eğlenceli kılıyor.

Minimize bir dekor var karşımızda bej bir fon perdesine cepler konulmuş ve oyunda gereken malzemeler kolayca buradan çıkarılıp kullanılıyor. Ahşap bir masa ve iki sandalye dışında dekor pançarsşı kullanılmıyor oyunda. Zaten oyuncular ve oyunculuk sınavlarını çoğu tiyatrocudan daha iyi tamamlamış objeler varken başka neye gerek duyulabilir. Kolay taşınması, kurulması, dar alanda oynanabilmesi de cabası. Böyle oyunlarda seyirciyle göz teması önemlidir, mesafenin kısa olması beklenir. En fazla 60 seyirci için uygun olan bu oyun şanslı seyircilerine tiyatronun estetik hazzını tattırabilen nadir oyunlardan biri.

Şimdilerde Danimarka’da tiyatro eğitimine devam eden Elif Temuçin ve Firuze Engin öyküyü başarıyla oyunlaştırmışlar. Güray Dinçol’un ve Firuze Engin’in oyunculukları ise pırıl pırıl sahnede, sahne hâkimiyetleri, seyirciyle iletişimleri kusursuz. Bilge Gültürk’ün iç çekişleri hala aklımda. Aksesuar ve kostüm tasarımı Hilal Polat’a ait. Oyuncuların kapri ve tişört üzerine giydikleri önlükler oyuna hizmet etmesinden öte, görsel olarak başarılı. Kahverengi tonlar çok uygun bir seçim olmuş. Kullanılan aksesuarların özeni için de kendisini kutlamak gerek.

Seyircisine Yaş Biçmeyen Tiyatro

Grup oyunun izleyicisini sadece çocuklarla sınırlamıyor, nasıl sınırlanabilir ki, sanatsal olanı hissetmenin yaşı olabilir mi? Hangi yaşta olursa olsun seyircisini kucaklayan, oyun boyunca sürekli gülümsetmeyi başaran, karmakarışık hayatımıza, endişelerimize, korkularımıza, yalnızlıklarımıza hikâyelerle ışık saçan bir oyun var karşımızda, etkilenmemek mümkün değil. Oyundan çıkınca daha bir çocuk oldum, daha bir anı hissetmeye başladım, neşelendim, enerji doldum, ah dedim kendi kendime hayat güzelmiş. Maydonoz için endişelenmeden de duramadım bir yandan, hani orada çürüyüp gideceğine inanmak istemedim, ama birinin alıp salataya katmasına da içim razı olmadı doğrusu, eve götürüp beslemek istedim içimden. İşte bu oyunun samimiyeti sizi bir demet maydanozun bile kişileştiğine inandırabiliyor.

BeReZe’nin Kayıp Eşya Bürosu eminim ulusal ve uluslararası festivallerde Türkiye’deki çocuk tiyatrosunun başarılı bir örneği olacak, yüz akı bu oyunu görmeyeniniz varsa elinizi çabuk tutun derim, nasılsa birkaç defa görmek isteyeceksiniz.

Ceren Okur
Mimesis