Tenkit

Milliyet Sanat için Erkan Uyanıksoy’la yapılan söyleşi

Bahar
Oyunculuk aklına nasıl, ne şekilde düştü? Hangi yollardan geçtin biz seni tiyatroda izlemeye başlayana kadar?

Erkan
Oyunculukla ilgili hatırladığım en eski anım 5-6 yaşlarıma dayanıyor. O zamanlar, annem, babam, amcam, yengem, halam, babaannem ve dedem sık sık dedemin evinde akşam bir araya gelirdi, birlikte yemek yenir, sohbet edilirdi. Yemekten sonra bazen müzisyen olan amcam ve dedemin komşusu udunu, kanununu çıkarır salonda mini konser verirdi. Bazen de sahneye ben ve kuzenim çıkardık. Televizyonda izleyip üstüne çalıştığımız Zeki-Metin'in skeçlerini oynardık. Yani sahneye ilk kez dedemin evinde çıktığımı söyleyebilirim :) İlkokul ve ortaokul yıllarım pek sıkıcı geçti. Ben okullarda tiyatro kolu olduğunu, her yıl oyun hazırlandığını üniversitede öğrendim; çok bozuldum :) Bizde hiç öyle bir şey olmadı. Liseyi bir fen lisesinde okudum. Okul, üniversite sınav kitapçığına girmeyen hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Dolayısıyla bir tiyatro oyunu bizim okul için büyük zaman kaybıydı. İntegral, organik kimya, kurbağanın sindirim sistemi derken, üniversite sınavına bir ay kala kendime bir meslek seçmem gerektiği dank etti kafama. Mühendis, kimyager, fizikçi vs olmak istemediğim açıktı. Ben gezgin olmak istiyordum, bir de oyun oynamak. Hiçbir yerde 'gezgincilik' diye bir bölüm bulamayınca, tiyatro sınavına girdim. Fen'den Sosyal'e bu sıçrayış okulun hiç hoşuna gitmedi tabi. Ama annem –her zamanki gibi- müthiş destek oldu. Ankara Üni. DTCF Tiyatro Bölümü Tiyatro Tarihi ve Teorisi Ana Bilim Dalı'nda okudum 1998-2002 arasında. Sonra da 2002-2007 arasında Bilkent Üni. MSSF Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı'nda okudum. Aynı süre zarfında Ankara Üni. Tiyatro Bölümü'nde Yüksek Lisans yaptım. Sonra da Kopenhag'da, The Commedia School'da fiziksel tiyatro eğitimi aldım. Çok okudum yani :) Ama en üretken olduğun zamanlar aslında okul zamanların bir bakıma. Sabah-akşam tiyatro... büyük lüks! 2006'da ben, Elif Temuçin ve Firuze Engin birlikte Tiyatro BeReZe'yi kurduk. 2012 yılında da Elif ve birkaç farklı ulustan oyuncuyla beraber Kopenhag merkezli uluslararası tiyatro ekibi olan MishMash'i kurduk. Oyunculuk çalışmalarıma bu iki tiyatroda devam ediyorum.    

Bahar
Son rol aldığın oyun "Macbeth - İki Kişilik Kabus" senin için oyuncu olarak ne ifade ediyor? 

Erkan
"Macbeth" benim en sevdiğim Shakespeare oyunu. Çok iyi bir metin ve Macbeth çok boyutlu bir karakter. Dolayısyla bir oyuncunun ihtiyaç duyduğu her şey metin üzerinde mevcut. BeReZe'de yaptığımız her oyun kendi içinde bir teatral araştırma sürecini ve kendimize bir çeşit meydan okumayı da ifade ediyor. Daha önceki oyunlarımızda belirli spesifik teatral stiller üzerine çalışmış idik (hikaye anlatıcılığı, clown, buffoon, obje tiyatrosu gibi). Bu sefer oyun sahamızı biraz genişletmeye, stilleri birbirinin içine geçirmeye ve burdan yeni bir dil oluşturmaya çalıştık. Böyle bir araştırma için sıkı bir metne, sağlam bir zemine ihtiyacınız vardır ve "Macbeth" bunu fazlasıyla karşılıyor. Olması gerektiği gibi, zorlu ama bir o kadar da keyifli ve öğretici geçti prova süreci. Bir de bu oyunun benim için daha toplumsal, siyasal bir tarafı var: tiyatro bir çeşit zehir akıtma yolu bizim için aynı zamanda. "Macbeth"te yaşanan vahşetten çok uzakta değiliz. Hatta, tüyler ürpertici benzerliklere şaşırmamak elde değil. Yaşadığımız çağa ve baskıya en iyi cevabı "Macbeth"te bulduk; şimdilik.

Bahar
Performansını bayıla bayıla izlediğin (yerli-yabancı, yaşayan-ölmüş) bir oyuncu var mıdır?

Erkan
Charlie Chaplin, Jacques Tati, Luis de Funes ve Şener Şen defalarca izlemekten asla bıkmayacağım isimler. Çağdaşlarımızdan Leandro Ribera (İspanya), Paolo Nani (İtalya), Karen Rasmussen (Danimarka) izlerken bana çok ilham veren oyuncular. Türkiye'de öyle çok oyun izleyebildiğimi söyleyemem ne yazık ki, ama Fatih Gençkal'ın çok iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. İki sezon önce izlediğim "Bilimkurgu" adlı tek kişilik performansı bu ülkede izlediğim en iyi, en heyecan verici işlerden biriydi.  

Bahar
Herhangi bir metni çalışmaya başladığında, karakterini kafanda çizmeye başlarken neleri öncelikli olarak dikkate alırsın? 

Erkan
Bu işin doğrusu, yanlışı yok elbette. Herkesin farklı çalışma yöntemi var. Benimki de şöyle: Öncelikle karakteri kafamda çizmekten kaçınmaya çalışırım. Oyunculuk açısından, zihin genellikle kısıtlayıcıdır, çok rahatlıkla klişelere düşürebilir seni. Bedense çok daha yaratıcıdır, sürprizlidir, içgüdüseldir. Zihin kendi işini zaten yapar, onu rahat bırakmak en iyisidir. Dolayısıyla; sahne üzerinde yaparak, eyleyerek bedenimin karakteri ve karakterin sunduğu 'oyunu', 'oyunsuluğu' keşfetmesini sağlamaya çalışırım. Bu tabi kendi içinde bir yığın egzersizi gerekli kılar. Bedeni rahatlatmak ve 'duyarlı' hale getirmek çok zaman ve emek isteyen bir süreç. BeReZe'de masa başı çalışmasını mümkün olduğunca kısa tutup, bir an önce kendimizi sahneye atıp, doğaçlamalarla 'oyun alanımızı' bulmaya, keşfetmeye çalışırız. Masa başı daha çok sahneden beslenir. Zihninizde ne oluşturursanız oluşturun, belirleyici olan sahne üstüdür, sahne üstünde ne yaptığınızdır. Bu 'yaparak keşfetme' süreci sizi alıp bir yerlere götürür, ve -eğer yeterince açıksanız- size düşündüğünüzden çok daha farklı, yaratıcı ve boyutlu oyun olanakları sunabilir. Mesele bedenin ve zihnin buna hazır ve açık olup olmadığıdır. Rahat bırakmaya çalıştığım bir diğer unsur duygulardır. Psikolojik oyunculuktan özellikle kaçınırım. Samimiyetle oynanan, doğru fiziksel eylemler dizisi zaten doğru duyguyu çağırır, yeter ki duygularını rahat bırak. Bu anlamda, oyuncu Erkan'la oynadığım karakter arasında hep dengeli ve sağlıklı bir mesafe bırakmak isterim. Bu mesafe benim oyun alanımın temeli olduğu kadar; seyirciye de soluk alma ve değerlendirme olanağı sunar. Bu süreçte temel olarak üç tiyatro insanının çalışmalarından faydalandığımı söyleyebilirim: Stanislavski, Lecoq ve Spolin.  

Bahar
Aldığın veya aday gösterildiğin ödüller sana ne ifade ediyor, nasıl hissettiriyor? 

Erkan
Oyuncu olarak henüz ödül almış değilim. Sadece geçen sezon "Macbeth"le Afife Ödülleri'ne aday gösterildim. Elbette, insana iyi hissettiriyor. Ödüllendirilmek, takdir edilmek her zaman güzeldir. Ancak, buna gereğinden fazla önem atfetmemem gerektiğinin de farkındayım. Bizim kendimize ait bir yolumuz var; o yolda kendi araştırmamızı, çalışmamızı yapıyoruz, ve sonuçlarını birileri sevecektir, birileri sevmeyecektir doğal olarak. Çok sevip ödül veren olursa, ne güzel :) Bu tür ödüllerin, adaylıkların en iyi tarafı, hayatta yapamayacağın tanıtımın bir anda kendiliğinden oluvermesi.

Milliyet Sanat
Temmuz 2016