Çocukları sevmem ama onlar için üretilmiş her şey nedense çok sevimlidir; giysiler, çoraplar, pabuçlar, şekerler, oyuncaklar... Belki de çocukların korkunçluğunu gizlesin diye her şeyleri bu kadar sevimlidir. Ya ne haber yoksul çocuklar, sizin hiç şansınız yok değil mi, bütün sevimli aksesuarlar onların elinde, size yok. Daha iyi işte, siz de neyseniz öyle büyürsünüz, sevimsizliğinizi gizlemeniz gerekmeden, dürüst dürüst büyürsünüz. Aksesuarların olmadığı bir yerde, her şey floransan ışığının altında gibi görünürken, siz de gidin birilerinin canını sıkın işte, burnunuzu silmeyin, sokaklarda bağırın... Madem sevilmeyeceksiniz iyice sıkın canlarını. Neyse siz çekilin şimdi aradan, ben diğerleri hakkında konuşacağım, varlıklarına katlanılsın diye dev bir sektörün harıl harıl çalıştığı çocuklardan. Evet onlar için üretilen sevimli nesnelerden söz ediyordum; masallar hala en sevdiğim türdür, çizgi filmler yetişkin dizilerine bin basarlar. Çocuklar için yapılan şeyler arasında sadece hani şu plastik gibi görünen renkli şekerler vardır ya, haribo gibi garip adı olan, ha işte bir onu sevmem, bir de tiyatroyu. Birincisi ağzınızın tadını bozar, diğeri de ağzınızı bozmanıza neden olur. Oğlum küçükken, onu her tiyatroya götürmeye teşebbüs ettiğimde yüzüne en acıklı ifadesini yerleştirir, az sonra ölecekmiş gibi bakarak ve paçalarından akan nezaketle, "nütfen, bir daha yaramaslık yapmam, sös" derdi. Özetle bizim eğitimimize Türk çocuk tiyatrosunun büyük katkıları olmuştur, yok yok, gerçekten olmuştur, emeği geçen herkese gecikmiş teşekkürlerimi yolluyorum, çünkü biz oğlumuza şiddetsiz ceza yöntemi olarak çocuk oyunlarını kullanırdık. Zavallı çocuk, acaba onun yerine dövseydik daha mı iyi olurdu diye hala düşünüyorum, aklıma, abartılı olacak ama, teşbihte hata olmazmış, şu Nazilerin Yahudileri gaz odasına göndermeden önce Mahler falan dinletmeleri geliyor, orada sanat iyiydi de, kullanılma biçimi fenaydı, bu meseleyi düşüne düşüne ortaya bütün yüzyılın en trajik düşünürü Adorno çıktıydı.
Dediğim gibi çocuklar için üretilen en kötü şeylerden biriydi benim için çocuk tiyatrosu ve bu bilgime rağmen yakınlarda, üstelik eğitecek çocuk da kalmamışken elimde, bir oyuna götürüldüm. Tek iyi şey ortada fazla çocuk olmamasıydı. Oyunun kısa olduğunu söylediler, oturdum ve derin bir nefes alarak, günün geri kalanını düşündüm, nasılsa bitecekti, Allahtan, bitiyorlardı. Oyun başladı, Mavi Sahne'deydik, sahnedekiler bizim çocuklardı. Elif, Firuze, bir de dekor niyetine kullandıkları Coşkun. Kendi yazdıkları metni, "Ama bana lazım!"ı, artık parasızlıktan mı yaratıcılıktan mı bilinmez, kendi yaptıkları kuklalarla anlatıp-oynadılar. Öykü anlatma üzerine kurulmuş, yalın bir oyuncuktu ve benim açımdan çok şaşırtıcıydı. Çünkü oyunu izlerken, tıpkı renkli oyuncak arabalara benziyor diye düşünürken kendimi suçüstü yakaladım, hani şu kırmızı iki kapısı da açılan güzel arabalar gibiydi... İnanamadım, çocuklar için üretilen ve benim sevdiğim diğer nesnelere benziyordu oyun, kızlar çok sevimli ama "likit" duruma gelmiş bir erimeye uğramamışlardı, gündelik yaşamda dublaj Türkçesi konuşan Firuze çok şirin Tekirdağlı bir çocuk olmuştu. El işi - ev işi bir çocuk oyunu izledik, sıcacık ve küçük. Bakalım böyle bir deneyimi bir daha ne zaman yaşarım. Beklerim, ömür uzun.
Dr. Süreyya Karacabey
Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü
Öğretim Görevlisi