Tiyatro BeReZe, ‘Macbeth / İki Kişilik Kabus’ ile alışılmışın dışında bir Shakespeare uyarlamasına imza atıyor. Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’dan oluşan iki kişilik dev kadrosu ile Tiyatro BeReZe’nin kendine has üslubunun peşine düştük.
Sizi palyaço (clown) tiyatrosundan kuklaya farklı işlerle izleme şansı bulduk bugüne dek. BeReZe’nin teatral olarak yapmaktan keyif aldığı tam olarak nedir?
Elif: Sürekli araştırma halindeyiz. Farklı denemeler yapmayı seviyoruz. Keskin çizgilerimiz yok. Dönem içerisinde bizi heyecanlandıran neyse onun üzerinden yürüyoruz. Şu anda ise odağımızda ‘fiziksel tiyatro’ var. Ancak bu, büyük bir başlık. Kendi dilimizi oluşturmaya çalışıyoruz.
Erkan: İki temel konumuz var yaptığımız işlerde. Birincisi oyunsuluğu önemsiyoruz. Seyirci salona girdiği anda başlıyor oyun. Dördüncü duvar kurmak ya da seyirciyi illüzyona sokmak tercihimiz değil. Hem sahne-seyirci ilişkisini bu oyunsuluk üzerinden kuruyoruz, hem de tüm bunlar bize geniş bir oyun alanı sunuyor. Her şeyi teatralleştirip seyirciye yansıtabiliyoruz. Bu, çoğu zaman zorunluluktan da kaynaklanıyor. Mesela seyirciye Verona’da olduğunu hissettirmem gerekiyor ama oraya o dekoru koyamıyorum. Dezavantaj gibi görünse de biz bunu eksiklik olarak görmeyip tercihe dönüştürüyoruz.
‘Macbeth’i sahnelemeye nasıl karar verdiniz? Böylesi bir uyarlamayla Shakespeare’i sahnelemek birazcık da olsa cesaret gerektiriyor sanki.
Erkan: Uzun zamandır istiyorduk. Geçtiğimiz sezon doğru zamanın geldiğini düşündük. Politik gündeme dair içimizde bir irin birikmeye başladı, bunu bir yerden dışarıya salmamız, sağaltmamız gerekiyordu. Ayrıca birçok tarz denedik bu güne kadar. Buffon, palyaço (clown), obje, kukla tiyatrosu… Teatral olarak artık tüm bunları ihtiyacımız dahilinde buluşturmak, kendi dilimizin peşine düşmek istedik.
Elif: Bu süreçte metinle boğuşmak istemedik. Sağlam bir metni alalım ve içinde biçimsel araştırmamızı yapabilelim istedik. Sahnede yalnızca iki kişi olduğumuz için diğer karakterlerin dramaturjisine çalıştık biraz.
Uyarlamanın çizgisini nasıl belirlediniz?
Erkan: Masa başında sadece hikâyenin olmazsa olmazlarını seçtik. Olaylar dizisini çıkardık. Onun üzerinden doğaçlamaya başladık. Biraz sahne sürecinde kendiliğinden çıktı uyarlama ortaya.
Elif: Metin genelde oyun çıktıktan sonra, “Aman unutmayalım,” diye oturup yazdığımız bir şey.
Ses kayıt cihazları, kahve, güncel diziler, filmler çıkıyor oyunda karşımıza. Kendinize yakın hissettiğiniz, zevk aldığınız şeyler üzerinden mi ilerlediniz?
Elif: Doğaçlamalarla çıkıyor işler. O sırada bilinçaltındaki bir şeylere gönderme yapıyordur tabii. Ama kahve mesela tamamen uykusuzluk dramaturjisinden çıktı. Genelde dramaturjik olarak oyuna neyin hizmet edeceği üzerinden gitmeye çalışıyoruz.
Erkan: Bu tarz işlerde dramaturjik olanı oyunun başından sonuna dek güçlü tutmak zorundayız. Orayı beslediği sürece içeriye dahil ediyoruz. “Erkan uyuyamadığında ne yapıyor?” sorusunun cevabı Macbeth’in dünyasına giriyorsa daha da güçlü oluyor.
Bu kadar detayın seyirciyi yorabileceği de bir ihtimal tabii ama ben keşke detaylar daha da abartılsaymış diye düşündüm izlerken. Dramaturjinin kırmızı hattında kalmaya çalışırken kendinizi yeterince salmamışsınız sanki.
Erkan: Gitmek istediğimiz aslında bahsettiğin yön. Kısmak değil salmak... ‘Macbeth’ ise kısa ve kompakt bir oyun. Her şey yerli yerinde. Oyunun ana omurgasından çıkıp başka bir yola girmek istemedik. Onun içerisinde çıldırmak istedik. Ama bu, bizim de araştırdığımız bir şey. Daha çıldırasımız var. Çünkü sahnede izlediğim birçok iş bana fazla ehil geliyor. Hayat zaten çıldırmış durumda. Sokakta yürürken, televizyonda bir şey izlerken bu delirme halini görüyorsunuz. Bu hal bir taraftan naif, bir taraftan da korkutucu. Biz bu ki ucu araştırmak istiyoruz. Bir taraf komik ve ironik, diğer taraf ise trajik. Bu gündelik olanı oyunun içinde kullanmak istedik. Macbeth ve Lady Macbeth aslında karı koca, bir yatak odaları var, sabah kalkıp tuvalete gidiyorlar, kahve içiyorlar gibi. Ama diğer taraftan günümüzde Macbeth gibi insanların ağzından bir kelime çıktığında füzeler uçuyor, bir yerler bombalanıyor.
Elif: Danimarka’da oynadığımızda bir arkadaşımız, “Lady Macbeth ile Macbeth’in domestik hayatını görmek bize çok iyi geldi” demişti.
Komedi ve trajedi demişken sizin komediye bakışınızı merak ediyorum. Eğlendirmek, farkındalık yaratmak… Nerede duruyor BeReZe?
Erkan: Yapmaya çalıştığımız şey trajedinin içinde komik olanı, komik olanda da trajediyi araştırmak. Böylece araştırdığımız şey boyut kazanıyor. Tıpkı hayattaki gibi. İnsanlar ölüyor ama birazcık mesafe ile baktığımızda gülünebilecek ironik şeyleri de yakalıyoruz. Bu biraz da akıl sağlığımızı korumak amaçlı bir şey. Hiçbir zaman sadece seyirci gülsün ya da salya sümük ağlasın istemiyoruz. İkisi bir arada olunca olaya boyut kazandırıyor. İki ucun arasındaki eko, sanatsal bir haz uyandırıyor.
Elif: Seyircinin yarattığı atmosfer de çok etkili. ‘Macbeth’te mesela bazen trajedi büyüdü, bazen de çok gülündü. Biz bu değişimi de seviyoruz.
Time Out Istanbul Dergisi
Gülin Dede Tekin
10 Ekim 2016