Tiyatro BeReZe ‘Martı mıyım?’da klasik metni muzip bir dille sahnelerken günümüzde oyuncu olmak, inatla tiyatro yapmak üzerine sözünü de söylüyor. Martı’nın çiftliğinde beş iyi oyuncu ve pop art’a göz kırpan tasarımıyla yerden yükselmeye hazır olun.
İtiraf edeyim, aylar önce, metni alıp ‘kurcalayacak’ ekibi ve oyuncu kadrosunu daha ilk duyduğumda parlamıştı gözlerim. Tiyatro BeReZe’nin klasik metinleri eğip bükmesini kendi ‘hınzır’ bakışlarıyla sahneye hazırlayıp önümüze bırakmasını senelerdir zevkle takipteyim. Çehov’un -metnin içindeki komedinin, yükselip çıkan enerjinin hakkını vermeye niyet ettiği sürece- ‘Martı’sının her türlü denemesini görmeye de merakla giderim. (Bir yeniden yazım olan ‘Treplev’ müthiş bir iş, devam da ediyor, analım bir kez daha.)
Tiyatro BeReZe’nin, Elif Temuçin yönetimindeki ‘Martı’ yorumu ‘Martı mıyım?’da sahnede Sezin Akbaşoğulları, Tolga İskit, Erkan Uyanıksoy, Nazlı Bulum ve Sanem Öge’nin olacağını duyduğumda, festivalde açılması planlanan oyun, anında ‘Sezonun avucumu kaşındıran oyunları’ listesine yerleşmişti. BeReZe ekibinden Elif Temuçin’in gözünün, Erkan Uyanıksoy’un sahne dilinin muzipliğine -sanırım 2011’de gördüğüm- ‘Olsa, Olmalı, Olabilir’den beri aşina bir seyirci olarak; BeReZe’nin ‘Martı’ metni ve bu birbirinden yetenekli, deneyimli, sahne enerjilerine defalarca kez şahit olduğum(uz) beş oyuncuyla birlikte zeminden bir parça yükselip ‘havalanacağını’ üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum.
Pop-art bir tasarım
Çehov’un, her biri nevi şahsına münhasır karakterlerini, bir kısmını ikişer ikişer üstlenen beş oyuncunun oyunculuk serüvenlerine dair fikriniz yoksa da dert değil: Oyun, yönetmen Elif Temuçin’in eğlenceli bir tonla gelen dış sesinden, her bir oyuncuyu tek tek takdim etmesiyle başlıyor. Oyun da daha bu ‘şaşaalı’ takdimden size ‘ciddiyet’ seviyesini gösteriyor zaten. (Prömiyerde sesin kısık gelmesi esprili sunumların birebir anlaşılamamasına sebep oldu ne yazık ki.)
Zemindeki yeşil çim, fondaki perdeye yerleşen rengârenk ‘soyut’ resim, sarı plastik ördeklerle dolu küçük süs havuzu derken sahne tasarımı da zaten renkli bir ‘Martı’ atmosferi kurulduğunu baştan gösteriyor. Oyuncuların bu pop-art’a göz kırpan dekor tasarımına aynı tondan eşlik eden kostümleri ve karakterlerine göre kullandıkları perukları da öyle elbette… İlayda Saran’ın sahne ve kostüm tasarımları her unsuruyla, ekibin çizdiği o muzip ‘Martı’ dünyasını kurmayı başarıyor. Oyuncuların sıralarını beklerken, yer yer karakterden çıkıp kendileri olarak oturdukları ve perukları da taşıyan insan silüeti şeklindeki oturaklar ise tasarımın en parlak detayı olarak aklımda yer ediyor.
Çiftlikte değişen bir şey yok…
BeReZe’nin ‘Martı mıyım?’ının bir yanıyla, bildiğimiz ‘Martı’dan farkı yok. Bir zamanların büyük yıldızı, sönmekte olan şöhretine ve ilerleyen yaşına inat ‘kraliçeliğinden’ ödün vermeyen aktris Arkadina ile onun sanatta ve tiyatroda yeni biçimler peşinde koşarken bir yandan annesiyle kişisel savaşı arasında bunalıp duran oğlu Treplev’in bildiğimiz öyküsü yani…
Kibirli ve ünlü yazar, Arkadina’nın sevgilisi Trigorin’iyle, meşhur olmak isteyen naif ama hafif de cahil genç Nina’sıyla, çapkın doktor Dorn’uyla, evin hizmetlisi, tutku dolu kadın Polina’sıyla, onun depresif kızı Masha’sıyla, sürekli parasızlıktan dert yanan öğretmen Medvedenko’suyla tam kadro olarak ‘Martı’nın meşhur çiftliğindeyiz. Sahnede görmediğimiz tek isim kâhya Şamrayev ki o da Şehsuvar Aktaş’ın sesinden, telefon görüşmesi olarak yerini alıyor. Ve evet; Medvedenko Masha’ya, Masha Treplev’e, Treplev Nina’ya, Nina ile Arkadina Trigorin’e, Trigorin Nina’ya, Polina da Dorn’a âşık ya da düşkün diyelim… 130 yaşındaki ‘Martı’ çiftliğinde değişen bir şey yok yani…
‘Martı’nın insanları bana hep çok komik ve çok zamansız gelmiştir. BeReZe’nin absürd de diyebileceğimiz yeni yorumunda da hem hikâye hem de karakterler, adeta sarakaya alınıyor ama bir yandan da öykünün mesele ettiği ‘sanattaki ve hayattaki arayışlar’ mevzusu ciddi ciddi ele alınıyor.
Oyun metni lineer bir şekilde akıyor, bizi bekleyense oyuncuların karakterleri ve eylemlerini -olduğunu varsaydığımız- düz haliyle değil dalgalı bir beden, ses ve bakışla yorumlamalarında. Oyun asıl kırılmasını ise oyuncuların sık sık karakterden çıkıp kendileri olarak da karşımıza çıkmalarında yaratıyor. Sahnenin sağından sarkan silah/mikrofon, bu kırılma anının en çok kullanılan araçlarından. Ama mikrofon başına geçme anları dışında da Arkanina’yı Sezin, Dorn/Trigorin’i Tolga, Nina/Polina’yı Nazlı, Masha’yı Sanem, Medvedenko/Treplev’i Erkan olarak izlediğimiz anlar yaşıyoruz.
Neşeye ve dirence davet…
Sahnede oyuncular arası kolektif bir uyum, enerji (hele ki proje bazlı bir araya gelen oyuncularda) tutturmak her zaman mümkün olmaz, zordur. ‘Martı mıyım?’ oyuncuları, her biri farklı oyunculuk stilleri ve yolculuklarından, yapımlarından geçmekte olan insanlar oldukları halde, ortaya hem ensemble’da hem tekil performanslarında zevkle izlenen bir iş çıkarmış. Oyun-oyun dışı katmanlarının iç içe geçtiği, finaldeki seslenişiyle seyirciyi bugünlerde tiyatro yapmak üzerine düşünmeye de çağıran bir oyun hazırlamışlar.
Oyunun iki temel sıkıntısı var; birincisi maalesef ‘Martı’ metnine aşina olmayanların, metni okumuş ya da farklı yorumlarını izlemiş olanlarla aynı derecede oyunun içine girip, sahnedeki o şahane neşe ve rengin içinde kaybolamayacağı ihtimali… İkincisiyse ritme dair. Oyun, diyaloglar vs. azıcık rutin bir akışa geçer gibi olduğunda, anlık ‘adrenalin düşüşü’ gibi garip bir his oluyor. Belki oyun dışı katmanları oyuna biraz daha yaymak, yoğunlaştırmak dengeyi sağlamlaştıracaktır.
Çehov’un her daim, her çağda bizimle olduğunu hissettiren neşeli ve canlı bir iş, ‘Martı mıyım?’. Tiyatroya meftun olanların neden direnmeye, her türü zorluğa rağmen inat etmeye devam ettiğini anımsamak isterseniz sezonda izleyin derim…
Bahar Çuhadar - 10 Haber
8 Kasım 2024
Link