Yetişkinlerle olduğu kadar çocuklarla ve gençlerle de hikaye paylaşmanın imkanlarını araştıran Tiyatro BeReZe, on altı yıllık serüvenine ait bir seçkiyi BeReZe Şenliği ‘22’de izleyenleriyle buluşturdu. 20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Günü’nde başlayan şenliğe, farklı yaşlardan pek çok seyirci 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde yolculuğu son bulana dek eşlik ettiler. “Çünkü her şey biraz hikayedir!” diyerek sahne alan oyunları takip ederken seyir keyfinin yanı sıra, BeReZe’nin kendi öyküsünü de duymak mümkündü: Tiyatronun ışık, ses, dekor, kostüm ve makyaj gibi unsurlarını; rejiyi ve dramaturjiyi “hikaye anlatma” zemininde bir araya getirmek BeReZe’nin çizdiği yolu gösteriyor.
Her ne kadar bu kompozisyon kökenlerinde mitos anlatısını da barındıran tiyatro için yadırganmayacak bir durummuş gibi görünse de Tiyatro BeReZe, ana akım tiyatrodan farklı olarak, performansın kendisinin bir hikayeden ibaret olduğunu gizlemiyor. Böylelikle seyirciye bir hikaye dinlediğini hatırlatırken aslında bunun ötesinde bir duygudaşlık yaratıyor. Etrafında bulunanların birer katılımcı olarak dönüşmeye ve dönüştürmeye açık olduğu tiyatronun arkaik çemberine hepimizi davet ediyor. İçinden dört oyunu inceleyebildiğim BeReZe Şenliği’nin, ilerleyen yıllarda BeReZe Gösteri Evi ve çevresini etkinlik haricinde de canlı bir mekan haline getirmesini umar; BeReZe’nin yolunun her daim açık olmasını dilerim.
Poyrazlı bir İstanbul gününde ve şenliğin ilk oyununda karşımıza iki sokak sanatçısı çıkıyor. Altı yaş ve üzeri herkes için uygun olan Çok Soğuk’ta biri ressam diğeri müzisyen iki yetişkinin şehirde bir vaha gibi buldukları yer için verdikleri mücadeleyi, birbirlerine oynadıkları oyunları ve oradaki türlü keşiflerini izliyoruz. Sahnedeki bu küçücük alan ve onu belirleyen ışık; ışıltısı ve sıcaklığıyla, sanatçılara verdiği ilhamla, sürprizleriyle, huzuru ve sakinliğiyle neredeyse üçüncü bir oyuncu gibi varlık kazanıyor. Şehrin kargaşasından ve rüzgardan bir oraya bir buraya sürüklenen sanatçılar, kendi ayakları üzerinde durabilecekleri ve işlerini icra edebilecekleri bu alanla karşılaşıyorlar.
Ama ne yazık ki burası iki kişi için fazla küçük… Öyle mi acaba? Şehirde kaybolmuş gibi görünen sanatçılar böyle bir yer bulabilmenin heyecanı içindeyken, biraz sonra diğerine karşı bu alanı sahiplenmeye çalışıyorlar. Onlar bu büyülü alana taşıdıkları gündelik hırgür ile uğraşırken üçüncü oyuncumuz sahneyi terk ediyor. Bir anda kendilerini tüm çiğliğiyle şehrin içinde bulan sanatçılar, en azından hayal kırıklığında yalnız olmadıklarını ve yaratıcılıklarıyla tüm mekanı dönüştürebileceklerini öğreniyorlar. Aynı zamanda paylaşmanın ışığında birbirlerine yeniden bakabiliyorlar.
Sözsüz bir oyun olan Çok Soğuk şehrin boğucu griliğine karşın yaratıcı potansiyelini arayan herkese umutla sesleniyor. Diğer yandan keşif sürecinde en büyük engellerin gözümüzdeki perdelerde olduğunu gösteren dürüst bir yol arkadaşı oluyor. Oyun anlattıklarıyla aynı zamanda hem anın getirdiği deneyimlere açık çocukların hem yılgın yetişkinlerin hem de ikisinin arasındaki sanatçıların elinden tutuyor. Dolayısıyla özellikle yaş grupları nedeniyle ortaya çıkan farklı beğeni, dikkat ve seyir alışkanlıkları bu çeşitliliğe uygun bir sahneleme dilini talep ediyor. Örneğin 20 Mart gösteriminde çocukların sahneyle kurduğu bağ zaman zaman kopabilmişti. Oyunun sözsüz olma niteliği ise bunun için tek başına yeterli bir çözüm oluşturamıyor maalesef. Ekip bu probleme uygun cevabı henüz bulabilmiş olmasa da Çok Soğuk, özgünlük arayışı içinde olan tiyatrocuları da seyircileri de cesaretlendirmeye devam edecek gibi görünüyor.
Yazan & Oynayan: Erkan Uyanıksoy & Elif Temuçin
Yöneten: Torkild Lindebjerg
Süre: 40 dk.
“Bir aptalın anlattığı masal bu:
Kuru gürültüler, deli saçmalıklarıyla dolu.” (1)
Shakespeare’in hayata dair en etkileyici istiarelerinden biri Macbeth’in ağzından yukarıdaki kelimelerle dökülür. O Macbeth ki kralın en sadık subaylarından biriyken, eşi Lady Macbeth’in de desteğiyle tahta göz dikmeye başlar. Savaşın eli kanlı askeri, cadılardan aldığı kehanetle birlikte savaş sonrası da kan dökmeye devam eder. Kehanete göre geleceğin kralı olan Macbeth, iktidarı ele geçirdiğinde bunun bitimsiz bir savaş ve kendisinin ise zavallı bir piyon olduğunu idrak edecektir.
Shakespeare baştaki alıntıdan hemen önceki dizelerinde tiyatro ile gündelik hayat arasındaki sınırları bulanıklaştırır: “Hayat dediğin ne ki: / Yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla (2) bu sahnede: / Bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek! / Bir daha da duyulmayacak artık sesi.” İşte geçici bir oyuncusu olduğumuz bu masal ya da kabusa, nereden bakıldığına göre değişir, rağmen bir şekilde oyalanmayı sürdürürüz. Yaşamın ihtimalleri bilinmez belki ama, tiyatronun olanakları gerçek ile hayal arasındaki “oyalanma”da berraklaşıyor olabilir. BeReZe metnin içinde ve ötesinde gezinirken, seyirci için bu “oyalanma”da vaktin nasıl geçtiğini anlamak hiç kolay olmuyor.
Uykuya dalmadan da kabus görebilir mi insan? Uyuyamamak kabusun ta kendisi ise, gayet mümkün. Kralın cinayetinin suç ortağı olan BeReZe’nin Macbethleri, metinden farklı olarak, uykuyu da birlikte öldürürler. Hem kendileri hem bizle için… Çok gönüllü olmasalar da, başka pek de seçenekleri olmasa gerek, yatak odalarında başlarlar bu kara masalı anlatmaya. Dünyaya kanlı gözlerle bakan bir uykusuzun zırvaları mıdır yoksa buz gibi gerçeğin ta kendisi midir bilinmez; BeReZe’nin yorumunda şiddet ve eğlence her ana yerleşiyor. Tıpkı uykunun hükümsüzlüğünde her şeyin biraz kararması ve renklerin bulamaç halini alması gibi…
Oyuncular Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy, Macbethlerin normalde insanın kanını dondurabilecek vukuatlarını adeta bir sirk aynasında yansılıyor. Öyle ki kahramanların en karanlık hırslarını seyircinin kahkahası karşılayabiliyor. Mekana dağılan her bir nesne bu pek dehşetengiz pek de gülünç hikayeye şahitlik ederken, aynı zamanda iki yetenekli oyuncunun elinde anlatının olanaklarının ne kadar genişleyebileceğini de gösteriyor. Metnin bir cinayetle tüm dünyanın huzurunun yiteceğine ilişkin önermesi BeReZe’nin sahnesinde hayat buluyor. İki oyuncu sesi, bedeniyle ve nesnelerle tüm öyküyü canlandırırken; şiddet mekanın her köşesine siniyor. Kimi zaman bir yatak sohbetinde kimi zaman bir partide; kıyafetlerini seçerken ya da sevişirken görebildiğimiz güç arzusu öyle çoğalıyor ki Macbethgillerin gövde gösterisi kendiliğinden gülünç bir hal alıyor. Artık ne yaparlarsa yapsınlar bırakamadıkları iktidar onların çaresizliklerini ya da kahve bağımlılıklarını ortaya çıkarıyor. Bütün bu absürtlüğü içerisinde tahakküm kurma ısrarı en ufak aksiyonda dahi sürdürülüyor. Böylelikle oyun bu kısır döngüyü karakterlerin “fırtınalı” hayatlarında ele alırken; bir yandan da kendi rutinimizde şiddeti nasıl muhafaza edebildiğimize işaret ediyor.
Olay örgüsünden imgelere karakter değişimlerinden duygu geçişlerine, oyuncuların bedenleriyle ürettikleri dönüşümler oyunun canlılık kaynağını oluşturuyor. Performanslardaki maharet ve sürprizler seyircide hayret uyandırıyor fakat bazen aksiyonların zamanlaması bir miktar uzayabiliyor. Her ne kadar oyuncuların icralarındaki beceri ve bundan aldıkları haz aşikar olsa da, bazı eylemler bir tamamlanmışlık halini aşıp zamanda genleşmeye neden olabiliyor. Oyuncuların yalnızca kendi aralarında oynadıklarına ilişkin düşünsel ve duygusal bir mesafe yaratabiliyor. Kimi yerlerde oyuncuların artikülasyonlarındaki birkaç pürüz ve öyle tercih edilmediği anlaşılsa da karanlıkta kalan bazı anlar da oyunun seyrini sekteye uğratabilmişti. Yine de Macbeth / iki kişilik kabus; metne getirdiği olağan dışı bakışı, yaratıcı sahnelemesi ve performanstaki canlılığıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Tiyatronun sınırlarını esneten çalışmasıyla BeReZe’nin en özgün işlerinden birine dönüşüyor.
Yazan: William Shakespeare
Uyarlayan ve Oynayanlar: Erkan Uyanıksoy & Elif Temuçin
Yönetmen: Doğu Akal
Süre: 75 dk.
Nerede & Ne Zaman: BeReZe Gösteri Evi – 27 Nisan, 20:30’da
Çağdaş Amerikalı yazarlardan David Ives’in Sure Thing (Ne Demek) ve English Made Simple (Basitleştirilmiş Konuşma Dersleri) adlı eserleri ile oyunculardan Elif Temuçin’in bunlardan hareketle yazdığı Öyle Olsun adlı metninden oluşan oyun, romantik ilişkilerin gerilimli ve sürprizli yapısı üzerine kurulu. Koşulları farklılaştıkça karakterleri de değişen bu iki kişilik ama çok sesli kompozisyon, “mükemmel” ilişkiyi “en iyi” aşk şarkısının fonunda arıyor. Beklentiler, kırmızı çizgiler, üstünlükler, tavizler, idealler, sorumluluklar, hazlar ve zaaflarla birlikte dönüşen karakterler; sonsuz ihtimaller zemininde birbirleriyle “oyunlar” oynuyorlar. Oyun kurgusal olarak bir ilişkinin başlangıcı, gelişimi ve sonuna ait fragmanlar sunuyor gibi görünse de aslında çiftler olasılıkların etrafındaki yörüngeleri takip ediyor. Oyun planları ve bizzat kendileri sürekli değişen karakterlerin, umdukları ile bulduklarının eşleşmesi ise ancak şansa kalıyor.
Oyunun seyircilerle kurduğu doğrudan ilişki ve parçalı yapısı, içeriğe de uygun olacak şekilde, oyuna bir devingenlik kazandırıyor. İlişkilerde devamlı el değiştiren dengeler, karakterlerin her diyalogda yenilenen arzuları ve engelleri ile destekleniyor. BeReZe bir yandan ele aldığı meselenin kaygan doğasını kullanarak bir oyun alanı açıyor, diğer taraftan içine çektiği oyunla izleyenlerine farklı perspektifler sunuyor. Diyalogların ortaya çıkardığı olasılıkları önümüze seriyor. Sonu gelmeyen ihtimallerin dünyasında “ideal” eşleşmeyi kovalayan bizlere tanıdık gelebilecek bazı soruları akla getiriyor: Mükemmel uyumun formülü ne? “Bilimsel olarak kanıtlanmış en iyi aşk şarkısı”nda bulunan ahenk ilişkilerde de yakalanamaz mı? Kendimizle bu kadar doluyken bir diğerine yer açabilmek mümkün mü peki? Ya da içimizdeki boşluk kaç ilişki sonra doyar? Tıpkı oyuncular gibi sonu gelmez soruların çevresinde ayrı ayrı dans ederken; yine tıpkı oyuncular gibi “gelmiş geçmiş geçmiş en iyi aşk şarkısı”nın tadını çıkarıyoruz: Olsa Olmalı Olabilir!
Yazan: David Ives & Elif Temuçin Oynayanlar: Erkan Uyanıksoy & Elif Temuçin Yöneten: Elif Temuçin
Süre: 55 dk.
Karşımızda “çok, çok, çok, çok ama çok” büyük bir sihirbaz olduğunu düşünen bir adamla onu “çok, çok, çok, çok ama çok” seven yardımcısının küçük hikayesi! Tiyatro BeReZe ile Danimarka’dan Teatergruppen Batida’nın ortak yapımı Fil, gerçek büyüklük hakkında sorular soruyor. Yoksul ve kıymetinin bilinmediğini düşünen bir sihirbaz kendini ispatlamak için en büyük numarasını yapmaya hazırlanmaktadır: Sahnede bir fil var edecektir. Ona aşık ve onun için ne olursa yapmaya hazır yardımcısını ise beceriksizlikle, kendine engel olmakla suçlar. Sihirbazımızın gözleri kendinden ve “çok güzel” bir kadın fotoğrafından başkasını görmez. En sonunda görüp görebileceğimiz “en büyük” numara yardımcısından gelir ve bizi “fil”le baş başa bırakıp sahneyi terk ederler.
Sihirbazın yardımcısı Dalia’yı oynayan Elif Temuçin’in bakışlarında olduğu gibi Fil, yanı başımızdaki olup bitenlere gözlerimizle birlikte kalbimizi de açmayı hatırlatıyor. İki clown gibi de düşünebileceğimiz oyunculardan sihirbaz olanı kibrinden önünü dahi göremezken; Dalia şefkat ve arzu dolu bakışlarını tüm sahneye çeviriyor. O, yılgınlıklarına ve biraz safça görünüşüne rağmen sevgisini yeşertmenin bilgeliğine sahip. Oyun, hep en büyüğünü hep daha çoğunu istediğimiz şeylerin boşluğunda asıl değerli olanı arayabilmemiz için tiyatronun büyüsünden kuvvet alıyor. BeReZe’nin tüm maharetiyle icra ettiği “bir araya gelme sanatı”nın, insanlar arasında görünmez bağlar kurarak var ettiği büyüden…(3)
Yazan & Yöneten: Søren Ovesen Oynayanlar: Elif Temuçin & Erkan Uyanıksoy Süre: 45 dk.
Nerede & Ne Zaman: BeReZe Gösteri Evi – 20 Nisan, 20:30’da
1 Macbeth’ten yapılan iki alıntı ve dipnot Sabahattin Eyüboğlu çevirisine aittir: Shakespeare, William,
Macbeth, çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2015.
2 “İngilizce metinde ‘player’, yani oyuncu.” bkz. Shakespeare, 2015, s. 101.
3 Tiyatronun kolektif doğası ile ilgili olarak pandeminin başlarında yazılmış bir deneme için bkz. Berger, N. (12 Aralık 2020). Unutulmuş Bir Araya Gelme Sanatı Ya Da Tiyatrocular Neden Üretmeyi Bırakmalı. çev.: Gençkal, F. 4 Nisan 2022.
Link: https://www.mimesis-dergi.org/2022/04/anlatinin-berezesi-bereze-senligi-22/