İlk olarak 17 Ekim 1896'da St. Petersburg'daki Aleksandrinsky Tiyatrosu'nda sahnelenen Anton Çehov'un Martı'sı ilk gösteriminde büyük bir başarı elde edemedi. Ünlü bir fiyasko örneği olarak tiyatro tarihine geçen bu ilk gösterimden sonra Martı, Moskova Sanat Tiyatrosu'nun yorumuyla tekrar sahnelendiğinde büyük beğeni topladı ve dünya tiyatrosunun en çok sahnelenen eserlerinden biri haline geldi.
Martı'da aşk, hayal kırıklığı, sanat ve varoluş gibi evrensel temaları işleyen Çehov, 19. yüzyıl Rusya'sının sosyal ve kültürel değişimlerini de yansıtarak, o dönemin insanının karmaşık duygularını ve çelişkilerini başarıyla sahneye koydu.
Aynı zamanda edebiyat tarihinde de önemli bir yere sahip olan ve filme uyarlanan başyapıt, son olarak 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Tiyatro BeReZe'nin yapımcılığında Martı mıyım? adıyla tiyatroseverlerle buluştu.
Tiyatrocu Elif Temuçin'in uyarladığı ve rejisini üstlendiği Martı mıyım?, gelenekselin dışındaki anlatım biçimiyle farklı bir deneyim sunuyor. Dördüncü duvarın yıkıldığı oyun, iddialı sahne-kostüm tasarımı ve olağanüstü oyunculuklarla yeni sezonun ses getiren yapımlarından biri haline geldi.
7 Ocak’ta Fişekhane’de, 21 Ocak’ta da Uniq Box’ta tiyatroseverlerle tekrar buluşacak olan oyunun yönetmeni Temuçin; tiyatro serüvenini, Anton Çehov’un Martı’sını uyarlama sürecini, içinde bulunduğumuz ekonomik durumda tiyatro yapma motivasyonunu T24’e anlattı.
- Tiyatro ile tanışmanız ve tiyatroyu profesyonel olarak yapma kararınız nasıl oldu?
Tiyatro ile yolculuğum; Ankara’da, okuduğum lisenin tiyatro kulübünde yer almam ile başladı ve hiç bitmeyen bir serüvene dönüştü. Liseyi bitirir bitirmez de konservatuar sınavlarına girdim ve Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’ne kabul aldım. Buradaki oldukça verimli dört yıllık eğitimimden sonra aynı bölümde yüksek lisansa devam ettim. 2006 yılında bu bölümden iki arkadaşım Firuze Engin ve Erkan Uyanıksoy ile Tiyatro BeReZe’yi kurduk. Sonrasında 2010 yılında Erkan ile Danimarka’daki fiziksel tiyatro okulu The Commedia School’da öğrenim gördüm. 2012 yılında Danimarka merkezli MishMash Uluslararası Tiyatro Topluluğu’nun kurucuları arasında yer aldım. Bu toplulukla birlikte dünyanın farklı ülkelerinde, farklı farklı festivallere katılma şansı elde ettim. 2006 yılından bu yana birçok oyunda yazar, yönetmen ve oyuncu olarak çalışmalarım sürüyor, bahsettiğim iki tiyatro dışında Bremer Shakespeare Company ile de ortaklığımız devam etmekte.
- Martı mıyım?, Anton Çehov'un Martı'sından uyarlanan bir metin ama anlatım biçimi çok farklı. Öncelikle Martı oyununu uyarlama fikri nasıl ortaya çıktı onu biraz anlatır mısınız?
Anton Çehov, Tiyatro BeReZe olarak bizim için oldukça önemli ve bir gün çalışmayı dilediğimiz bir yazardı. Ne zaman, ne olanaklarda olur bilemiyorduk. Tam bu dönemde bir tiyatrocu olarak ne yapmak istiyorum, ne anlatmak istiyorum, nasıl bir yol izlemem gerekiyor gibi birçok soru ile baş başa kalınca Martı oyunu tekrar aklıma düşmüş oldu. Oyunun karakterlerinin baş başa kaldığı sorular benim sorularımdı sanki. Yaşadığımız çağın kafa karışıklığını, derinlikli, enteresan karakterlerle ortaya koyuşu, oyunu sahneleme isteğimi artırdı. Ama elbette bugünün anlatım biçimleri ile 19. yüzyıldaki anlatım biçimleri farklı. Çehov’un çoğu mektubunda değindiği, biçimsel arayışa yaptığı vurgu; benim de bugünde seyirciyle nasıl ilişki kurulmalı, ona nasıl ulaşmalı sorularımla birleşince bu tip bir uyarlama ortaya çıkmış oldu.
- Bana genelde "Şu oyunu gördün mü, nasıldı, gidelim mi?" soruları sorulur ben de sanatın öznel olduğunu düşündüğüm için cevapsız bırakırım. Ama sizin oyununuz için cevabım "Sevdim mi, sevmedim mi bilmiyorum ama kesinlikle gidip görün" oluyor. Benzer yorumlar aldınız mı ve benim oyunla ilgili yorumuma ne demek istersiniz?
Öncelikle yorumunuza “Sevindim, sağolun!” derim. (Gülüyor) Sanat alıcısının beğenisinin öznelliğine kesinlikle katılıyorum. İzleyenlerin bir kısmı müthiş keyif almış oluyor, bir kısmı şaşkın şaşkın baka kalıyor, kiminin pek aklına yatmıyor vb… Sanırım en çok duyduğum yorum oyun kafamın içinde dolanıp duruyor oldu. Akılda bir tartışma yaratan bir işin kıymetli olduğunu düşünüyorum. Elbette izleyen herkesin seyir yerinden keyifle ayrılmasını dilerim ama oyuna dair kalbinde ve zihninde tarifleyemediği bir hareketlenme yaratıyorsam ne mutlu!
- Pop-art esintilerin olduğu sahne tasarımını ve kostümleri de sormak istiyorum. Plastik ördekler, soyut bir resme benzeyen tiyatro sahnesi, absürt kostümler, yedek kulübesi... Yakın zamanda Martı’yı Ataol Behramoğlu çevirisinden tekrar okumuştum ve melankolik karakterlerin bulunduğu karamsar bir hikâye olduğunu hatırladım. Bu tarz tezat bir dekor iddialı değil mi? Seyirci tarafından ters tepebilirdi ama ilginç dualite olmuş. Bu cesur kararı nasıl aldınız ve beğenilmeme endişesi oldu mu?
Aslında Çehov üzerine okuduğumuzda, gününün çok ötesinde, çağdaş ve yeniyi arayan bir yazar olduğunu fark ediyoruz. Yani bugün yaşıyor olsa belki hayatla temeldeki derdi değişmezdi ama hikâyeyi kurma biçimi elbette değişirdi. Bir klasikle baş başa kaldığınızda onu olduğu gibi sahnelemek bir tercih olabilir ama benim için bu derece değişmiş bir dünyada, hiç dokunulmamış bir yorum sunmak manasız geliyor. Bu noktada önemli olan iki şey; yazarın üstüne basıp geçmemek ve sırf biçim odaklı olmamak. Ki burada da dramaturji devreye giriyor ki bunun için özenli çalıştığımızı söyleyebilirim. Seyirciyi de oyunun bir parçası kabul eden bir reji yorumunda, onların hayal gücünü harekete geçirecek; kimi zaman uzak açı, bir ironi sunarak güldürecek, şaşırtacak, rahatsız edecek ya da duygulandıracak, zihninde sorular yaratacak bir dil kurulu vermesi asal hedef oluveriyor. Oyuncuların oynayış biçiminden sahne tasarımına kadar her alana yayılmış bir dil bu. İlayda Saran ne mutlu ki beni hızla anlayan bir tasarımcı, kostüm ve dekorda ortak dili birlikte yaratmış olduk. Biçimsel her dokunuş oyun metninin sunduğu dünyaya hizmet ediyor bir yandan. İçerikten biçim yaratılıyor. O yüzden tezat diyemem ama farklı kelimesi hoşuma gider.
- Oyunda dördüncü duvarı yıkıp seyirciyi de oyuna dahil ediyorsunuz, bunu yakın zamanda başka oyunlarda da gördüm. Tabii ki çok eskiden beri var olan bir teknik ama sanki yakın zamanda daha çok görmeye başladık. Bu tercihin sizin için özel bir nedeni var mı?
Tiyatro sanatı bildiğiniz üzere o an, orada gerçekleşen, bir salon dolusu izleyenle kollektif bir süreç. Günümüzün dijital dünyasında, varoluşuyla tiyatronun farklı ve kıymetli olduğunu düşünüyorum ve gücünü tam olarak bu varoluşundan aldığına inanıyorum. Hal böyleyken dördüncü duvarı kurmak, izleyenleri yok saymak anlamsız geliyor. Seyircinin konumu kıymetli ve bunun çevresinde dolanıp durmak, yıkmak ve yeniden kurmak hem oyuncu için oyunsu bir keyif sunuyor, hem de izleyiciyi aktif hale getirerek eğlenceli, samimi bir paylaşıma neden oluyor.
- Martı'yı bilenler oyundaki karakterlerin tiyatro yapma inadını hatırlayacaktır. Bu bağlamda ben de size sorayım; günümüzde tiyatro yaparak çoğu durumda değil kâr etmek, ayakta kalmak bile zor. Tiyatrocuların tiyatro yapmak konusundaki ısrarı neden ve sizi motive eden ne?
Her ne meslek kolundan olursanız olun işinizi en iyi şekilde yapmaya çalışmak ve ideallerinizi bu yönde korumak hiçbir zaman kolay olmadı, hâlâ da zorlu. Son dönemde ekonomik olarak yaşadığımız çöküş ve ihtiyaç olarak görülmeme hali elbette her gün yeniden yeniden motive olmak için belli bir çabayı gerekli kılıyor. Yine de her şeye rağmen tiyatronun kolektif gücüne inanıyorum ve bana çok iyi geliyor. On seyirciden birinde ferahlama yaratıyorsak bile ne güzel. Romantik çağın çocuğuyum ben, gittiği yere kadar diyorum. (Gülüyor)
- Son sorum ise sizin ve Tiyatro BeReZe’nin ufukta yeni projeleriniz var mı?
Şu an net yeni bir şey yok. Ama biz bir repertuar tiyatrosu olduğumuzdan geçmişteki oyunlarımızı farklı mekanlarda oynamaya devam ediyoruz. Her yeni oyunumuzda bir öncekinin üstüne bir şeyler koymaya çalışıyoruz. Martı -mıyım?’ın yolculuğuna göre de bir sonraki oyunumuz şekillenecek diye düşünüyorum. Tüm oyunlarımıza bekliyoruz.
T24 - 21 Aralık 2024
LINK