Tenkit

Sedef Gökçe İle Bir De Ben Dans Gösterisi Üstüne Sohbet Ya Da Açık Bir Diyalog

Semih Fırıncıoğlu’nun İstanbul’da gerçekleştirdiği son projesi Bir de Ben ilk kez Kasım 2024’te seyirci karşısına çıkmıştı. Tiyatro BeReZe’nin kulisini oyun alanı olarak seçen ve 18 seyirci kapasitesi için tasarlanan gösteri, Nisan/Mayıs 2025’te bu sefer, Ayşegül Demir’in oynadığı Nota ile birlikte gerçekleşiyor. Son gösteriler 2 ve 3 Mayıs’ta yine Tiyatro BeReZe ’de… 

Kasım ayındaki gösterilerden sonra dansçı Sedef Gökçe ile yaptığımız sohbet, ülkemiz gündeminin sarsıcı olaylarının çeperinde ancak şimdi yazıya geçebildi. Yazının sınırlarını daha fazla aşmamak adına kimi çağrışımlara, temalara ve fikirlere yer verilemediği de oldu. Bir dramaturg ve bir dansçı, o dansçının yer aldığı gösteri üstüne izlenim ve deneyim paylaşımı yaparak konuşuyor. Kendinizi diyaloğun bir katılımcısı gibi görerek, böyle bir bakış açısıyla okumanızı rica ederiz. 

Besteci, yazar, çevirmen ve yönetmen Semih Fırıncıoğlu, 1976 yılında Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra, lisans üstü çalışmalarını İstanbul Üniversitesi ve ardından Yale Üniversitesi’nde tamamladı. Uzun yıllardan beri New York’ta yaşıyor ve çalışıyor. Sanatçı, Türkiye’de 90’lı yıllarda yaptığı çalışmalarla tanınmakla birlikte, 2015’ten beri genç nesil tiyatrocu ve dansçılarla güçlü sanatsal bağlar kurarak, çağdaş tartışmalarda yer edinen önemli işlere imza atıyor. Sanatsal üretimleri kadar, performansfikri.com ve isteyenokusun.com gibi kendi yayın kanallarında ve ayrıca, farklı mecralarda, gösteri sanatları üstüne izlenim ve eleştiri yazıyor, deneyimlerini paylaşıyor. 

Evren Erbatur: Merhaba Sedef, seninle uzun zamandan sonra karşı karşıya olmak çok güzel. Şuradan başlasak mı? Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Çağdaş Dans Ana Sanat dalından 2016 yılında mezun oldun. Senin için belli başlı durak noktalarını belirterek o zamandan bugüne doğru ilerlesen, neler geliyor aklına dans, performans alanında yaptığın, yer aldığın?  

Önceki projeler… 

Sedef Gökçe: Merhaba, teşekkür ederim. 2016’da Sakıp Sabancı Müzesi’nde, Kuzgun Acar’a atıfla yapılan Emre Koyuncuoğlu’nun projesi Punto Atmak vardı. Mask tiyatrosu idi, açık alanda, mekâna özgü bir iş olarak yapılmıştı. 2017 ve 2018’de Semih Fırıncıoğlu’nun İkisini, yine mekâna özgü (orijinalinde Bomontiada Alt için, sonrasında Yapı Kredi Loca) bir iş olarak çalıştık ve yoğun bir programla oynadık. Aynı işi 2018’de Heilderberg’e götürdük. Ben bu sırada dans ve hareket eğitmeni olarak çalışmaya devam ediyordum. 2020’de pandemide Ayşe Draz ve Marlin de Haan ile Türkiye-Almanya arası online olarak prova mekânlarında başlayan, sonrasında evlerimizde online’a dönen bir proje yapmıştık, And in this very moment. 2018’de ağırlıklı olarak sirk sanatçıları ile çalıştığım iki haftalık bir “açık çağrı” da olmuştu. Oradaki network sayesinde tanıştığım bir sanatçıyla yine Almanya temelli ve uluslararası katılıma açık bir açık çağrıya başvurduk. 2021’de yine pandemiden ötürü online olarak sunduğumuz bu projede dört kadın sanatçı olarak çalışmıştık. En son 2022’de Sena Başöz’ün mekâna özgü arşiv konusunu ele alan Atina’da ve Londra’da oynadığımız; sonra başka bir ekiple burada İstanbul’da oynadılar sanırım, Slalom adında bir iş oldu. Şu anda daha çok modern dans, yoga ve yoğunlukla pole dans eğitmenliği yapıyorum. 

E. E: Böyle sıralayınca yer aldığın projelerde farklı disiplinlerin yan yan geldiği fark ediliyor. Mekâna özgü olmaları da ortak nokta olmuş. Söyleşimize başlamadan önce de kısaca konuşmuştuk, şu sıra ayrıca Çağdaş Yunan Edebiyatı ve Klasik Yunan Edebiyatı bölümlerinde öğrencisin. Dil üzerinden öğrenmeye devam ediyorsun. Sana nasıl geliyor bu süreç?

S. G: Hep bir şekilde dil zekamın iyi olduğunu düşünüyordum ve şöyle bir hayalim vardı. Beni, böyle dilini bilmediğim bir yere atsınlar, hiçbir kursa gitmiş olmayayım, kendi doğal sürecimde öğreneyim. Neye, nasıl maruz kalacağım, kendimi o şekilde gözlemlemek isterdim. Çok kişisel bir yerden şöyle demek istiyorum, kendimi kelimelerle ifade etmekte çok zorlandığımı hissediyorum, ana dilimde bile… ama her bir dilin düşünce şekli farklı ve bunu öğrendikçe farklı düşünüş şekilleri ile karşılaştıkça; başka bir kültürün düşünce önceliklerini bilerek, bir enstrüman daha kazanabilir miyim? belki o enstrümanla daha iyi ifade eder miyim kendimi, ihtimallerimi arttırabilir miyim gibi bir ihtiyaç olduğunu kendimde görüyorum. Hiç ilgini çekmeyen, sempati duymadığın bir dilin bile, düşünce biçimini öğrenmek ilginç, işte bunlar da var demek. Bu güzel. 

E. E: Bu söylediklerinle birlikte, Bir de Ben gösterisinde senin konumlanışına, kelimelerle ilişkilenişine bakmak ayrı bir izleme, okuma keyfi verecektir diye düşünüyorum. O halde gelelim gösteriye, Semih Fırıncıoğlu fikrin iki yıl öncesine dayandığını söylemişti. Oluşum ve çalışma sürecinden, senin projedeki yerinden söz edebilir misin? 

S. G: Aslında iki değil, fikir kısmı daha pandemi öncesine dayanıyor. “Ben bunu merak ediyorum, bir metin, bir dansçı bedeni ve müzik beraber nasıl işler?” demişti ve seninle çalışmak istiyorum diye direkt sormuştu. Ben ona ‘’bu süreçte uzak kalacağız, biliyorum sen metin ve müzik kısmı ile ilgileneceksin’’ diyerek, nasıl bir süreç izlediğini, dönem dönem benimle paylaşmasını talep etmiştim. Öyle de yaptı zaten. Dosyaların, müzik ya da metin parçalarının paylaşılıp, okunması, dinlenmesi gibi paslaştığımız bir prova süreci vardı uzaktan. Daha fazla metinle cebelleştiği bir süreç oldu. Sonrasında ve eş zamanlı müziği üretti. 2024 Mayıs ayında buraya geldiğinde ise ses kaydını yaptık. Ses kaydını yaparken de metinde ufak tefek çıkarmalar, eklemeler oldu. Ve eş zamanlı olarak hareketlere başladık. Kasım’da geldiğinde de biraz daha netleştirdik. Sonrasında da yoğun bir seri programla oynadık. 

E. E: Fiziksel çalışma süreci ve hareket tasarımına dair neler söylersin?  

S.G: En son üzerine çalışabileceğimiz kısım hareket kısmı oldu. Çünkü aramızda hem mesafe vardı hem bu süreçte Semih’in metni tamamlayabilmesi gerekiyordu istediği şekilde. Bir araya gelince, özellikle müzikteki geçiş yerlerine bazı atmosfer yaratıcı veya monotonlukları kırıcı ihtiyaçlar olduğunu gördü. Semih, beraber çalıştığımız önceki işlerinde de özellikle el jestleri ağırlıklı olmak üzere, hareketlerin soyut ve somut arasında gidip gelmesi ile çok ilgileniyor. Bir de Ben, bunu tüm beden özelinde çalıştığımız bir iş oldu diyebilirim. Ne zaman tekrar, tanıdık bir hareket gelecek diye seyircinin bekliyor olma halini ilginç buluyor. Bu da benim aklıma yattığı, izleyici konumundan ilgimi çeken bir şey olduğu için ve dansçı olarak bana bir gerekçe verdiği için beraber çalışmakta hiç zorlanmadık. Hareketlerin anlamı bir beliriyor, bir kayboluyor. Bunun zamanlamasıyla, ritmi ile, ne kadar tekrar edebileceği ile ve birbirleri arasındaki geçişlerle oynayalım. O az hareketle, yalın malzemeyle neler yapılabiliyor? Mesela bu çok büyük bir problemdi benim için prova sürecinde. Semih ile çalışırken hep böyle oluyor. Onun kast ettiği yalınlığa varana kadar, bu benim kişisel bir kaygım da olabilir, “evet ben bir dansçıyım, şunları şunları yapabiliyorum”u göstermek kaygısına düşüyorum. Onları törpülemek, yalınlaştırmak, onun kast ettiği yere varmak, aynı şeyi konuşmaya başlamak her prova sürecinde biraz vakit alıyor. 

Süre ve etki

E. E: Gösteri yarım saatten biraz uzun sürüyor. Ben bir an, sanki üç bölümden oluşan bir iş olsa ve bu izlediğimiz birinci bölüm deseler, yine seyretsem bile dedim. Daha uzun olsa, hâlâ izlemek de isterdim doğrusu. 

S. G: Bahsettiğiniz şey mevcut olanın daha rahat izlenmesi ile ilgili mi, yoksa bir sonuca bağlanmadı diye hissedilen huzursuzlukla mı ilgili?

E. E: Daha fazla izleme isteği ile birlikte, biraz daha bilgi edinmek kadın hakkında ve sanki onun anlatacakları da var. Ancak bu yine de şununla bağlanıyor olabilir, dedin ya bir son yok mu hissiyatı, bu çok güzel bir “düşünme malzemesi” oldu. Orada fark etmediğim ne olabilir? Çünkü bir yandan da çok net bir bitiş var. Tek bir kelime ve tek bir net hareketinle, bitiyor. 

S. G: Bana şöyle geliyor, biraz Semih’in diğer iki işi de durum öyküsü, olay öyküsü değil. Bu bir olaya varmayacak, “şu ya da bu oldu”yu anlatmıyorum. Böyle bir hissiyat, kendisi duygu kelimesini çok sevmiyor ama bir şekilde duygu oluşturuyor. Bir kadın izliyorsun bir kere ve kendi ile meşgul, Türkiye’desin bir de, İstanbul’da bir şeyler yaşayıp gelmişsin, oraya oturmuşsun… 

E. E: Duyulan cümle yapıları, seçilen kelimeler, kendisi belirli bir duygu yaratmasa bile bir duygu yelpazesi oluşturmak için seçilmiş gibi geldi bana, bulunma, bulunmama, var olma, içeride ya da dışarıda olma, alt, üst ilişkisi gibi vurucu başlıklardan söz ediyor. Ve senin dediğine benzer şekilde, aynı anda kişiselden toplumsala durumlar panoraması oluşturabiliyor bunlar. 

S. G: Bir sürü şey veriyor senin üstüne… 

E. E: Evet yığıyor adeta, oradan neyi alacağı tabii ki izleyiciye ve o gün oraya nasıl geldiğine bağlanıyor. Fırıncıoğlu’nun derdi biraz da buralarda diye düşünüyorum. Gösteri sanatları açısından hem üretim hem tüketim alışkanlıklarını, algısını kırmak… 

S. G: Ona bir örnek vermek bence. Kendisi de ‘’dansçıların gelip izlemesini çok isterim” diyor. “Çünkü böyle bir şey de olabiliyormuş. Hep hareket etmek zorunda değilmişiz. Metin gibi bir gerekçelendirme olabiliyormuş.” Metin olmaz başka bir şey olur, onu nasıl farklı anlatım teknikleri ile birleştireceğiniz sizin biraz yetkinliğinize bağlı. Kelimeler, yetkin ve meraklı hissettiği şeyler, müzik zaten öyle. O, o şekilde yapıyor. 

Birlikte çalışmaya dair

E. E: Semih Fırıncıoğlu’nun tasarlayıp, yönettiği üç projede de yer aldın. 2015’te Uçuruma Doğru Lezzet Lokantası, 2017’de İki ve yakın zamanda Bir de Ben. Üç gösteriyi de ele alarak yanıtlarsan, nasıl bir yaklaşımla çalışıyor? Dikkatini çeken ip uçları verir misin? Sence nasıl bir yöntem öneriyor bugünden, bugün için? 

S. G: Bir kere çok net geliyor. Onun kafasında araştırmak istediği, olur mu olmaz mı bakmak istediği bir şey var. Anladığım kadarıyla kafa olarak en azından bu derdini, bu merak ettiğini anlattığında, bunu garipsemeyen, bununla iletişim kurabileceği insanlarla çalışmayı tercih ediyor. Çıkan malzemeden bağımsız söylüyorum. Bu iletişimi kurabilmeyi önemsiyor. Yüzeysellikten ve sadece virtüozite göstermekten hoşlanmıyor. Mutlaka bir gerekçe arıyor hareket için. Dansçılarla çalışmayı, hareketi çok düz anlayabildikleri için de tercih edebiliyor. Sadece bedenle ilgili, rol yapmadan… Proplarla kendisi üretip, oyun oynamayı seviyor. Benim dansçı olarak hareket etme ihtiyacım, dansın biraz terapötik yönüyle bedene iyi gelmesi vb. onlar benim için ayrı duruyor. Semih için mesela bunlar havada ve boş şeyler, o, birisini çağırıyorsak bir şey izlesin diye, bunun bir anlamı olmalı derdinde. Dansçıyı dümdüz bir beden, bir mecra, bir medium gibi düşünüyor. Şu kısmı bize bırakıyor, örneğin sen bir şey çalışırken omuzların o süre boyunca çok yukarıdaysa bunun nedenini bulmak sende, sen dansçı bilgin ile bunu rahatça yapabiliyor ol. 

E. E: Yönetmen olarak önerdiğini düşündüğüm üslup ile ilgili, tiyatro yapma ya da dans etme biçimi diyeceğim ona… Örneğin dedin ya, hareket ederken göstermeye çalışıyorum. Ama ihtiyacı olan o azaltmaya gelinceye kadar bir süre geçiriyorum. Bu bana kalırsa, bedensel olarak oyuncunun/dansçının konumlanışını ve hareket etme hâlini araştırma açısından güncel bir fikir getiriyor. 

S. G: Kendisiyle çalıştığım bütün işlerde Semih, seyircinin bakacağı, daha doğrusu bilinçli olarak seyirciyi baktırtacağı yeri seçmek konusunda çok hassastı. Örneğin İki’de gayet somut bir şekilde kullandığı kocaman bir ok var! Oyunculardan biri bu oku, başka birine tuttuğunda, seyirci oraya bakabiliyor. Bakışları yöneltmenin ya da direkt olarak işaret etmenin etkisini kullanıyor hep.

E. E: Bu son söylemiş olduğun özellikle Bir de Ben’de çok geçerli. Bakan, bakılan ve bakış ilişkisi, ayrıca bu ilişkinin nasıl düzenlendiği. Bununla bağlantılı olarak, gösterideki en önemli noktalardan biri, kanımca kendi bedenini/hareketini izle yönergesiyle oluşuyor. Yüzünü görüyoruz ama sen/icracı seyirciye bakmadığından, senin baktığın yolu izliyoruz. Bunun yarattığı etki gösterinin kurucu öğesi… Ve bu bana daha çok kafa ve beden, kafa ve bedenin geri kalanı, oradan da zihin ve beden ayrımına ya da ikiliğine götürüyor, meselenin buralara taşındığını düşünüyorum. İzleyici olarak, hareketi ya da bedenin bütününü ben de izlemeye başlıyorum. Duyduğum metin var. Aslında bozulmuş, parçalanmış ama gelişigüzel değil hiçbir şekilde, o da bir yapılanma içerisinde… Düşünceyi kelimeye dökmek ise başka bir başlık… 

S. G: Dinlerken şu kısmı ilgimi çekti, ok mantığı, bakışlar bir ok, baktırmak için…. Zihin, kafa ve geri kalan her şey, parantez beden, gibi ayırdığını düşünmemiştim. Kafa evet bedene bakıyor ama düşünce/sesin çıktığı şey, biliyoruz ki ben eş zamanlı söylemiyorum, dışardan gelen bir şey. Kafa oraya gidip tekrar mı buraya geliyor o zaman? Yine bir uzaklaşıyor mu hoparlöre gidip, sesin hacmine geri mi geliyor? diye sordum şu an. 

E. E: Araçların bu şekilde düzenlenişi bir kere başladığında, ben buna evet diyorum. Evet dediğim konu, senin o bedensel anlamda, bakış olarak ya da bedeninin göz parçası ile bakman, dirseğinle bakman bir iletişim kurma meselesine dönüşüyor ve hoparlörden çıkan ses değil de senden çıkan ses olarak ben onu dinlemeye devam ediyorum. 

Metinli dans gösterisi 

E. E: Metinli dans gösterisi tanımını, bir dansçı olarak sen nasıl değerlendiriyorsun? Metin öğesi/aracı dans çalışmalarında uzun zamandır ve güncel olarak da kullanılıyor. Buradaki vurgu neye işaret ediyor sence?

S. G: Metin var, müzik var, beden var. Bunları nasıl, hiçbirini eşlikçi gibi değil, laf olsun diye değil, anlamlı, bir şeye hizmet edecek şekilde, kullanırız? Biraz aslında dert orada. Metnin kendisi, o iç ses, benim hareket ediyor olmamın sebebi… Buradaki vurgu metnin laylaylom eşlik etmesinden ziyade hareketi samimi bir şekilde gerekçelendirme sebebi olmasıydı. Semih bu şekilde açıklıyordu. Çünkü genelde metin oluyor ya da alakasız bir müzik. Çünkü hoş geliyor, çünkü o dansçı onu seviyor. Eşlik eden bir şey. Bu hem o diğer alan, metin yazmak olsun, müzik olsun, kostüm vb. onu biraz alçaltıyor. Hem onu değil de öbürünü koysam ne olur ki? Orada kullandığı ana şey dans ise ve diğerleri eşlik ediyorsa, dansı biraz üstenci bir yerden görüyor. Ben dans ediyorum, diğer dallar da bana eşlik etmekte, malzeme olarak. Semih’in bunların herhangi birini, üstte tuttuğunu düşünmüyorum, kompozisyona nasıl hizmet edeceklerse öyle kullanma derdinde. Ve izleyicinin algısı ne zaman hangisine daha çok kayıyor, bunu gözlemlemeyi seviyor.

Doğaçlama, belirleme, tazelik… 

E. E: Beden parçaları ile hareket dizilerini kurarken kullandığınız yöntemi merak ederek soruyorum, doğaçlama yaparak denemelere giriştiniz ve ardından seçtiniz mi? 

S. G: Araştırma sürecinde Semih’in huzursuzlandığı konu şu oluyordu: şu an sabitlemeye çalışma, çünkü hâlâ araştırıyoruz. Metni, lafları dinliyor olma hâlini tuttuğun sürece araştır. Prova süreci böyle geçti. İster istemez sunulacak bir şeye vardığında, bir sabitlemeye gidiyor beden, ama devamlı son ana kadar hâlâ deniyor, deniyor. Eğer oradaki mantığı anladıysan buradan devam et. Que’lar net, şu lafta artık şuraya yönleniyorum, gidiyorum. Onun sabitlemeye tamam dediği, şu lafta şunlar denk gelsin, özellikle jest kısımlarında, çünkü artık onlar anlamların buluştuğu yerler, buluşmak zorunda. Onu doğaçlamaya bırakmıyoruz ama soyut hareketler bana doğaçlamada yer açıyor, özellikle metnin ikiliklerden bahsettiği yerlerde, soyut hareketler için.

E. E: Metni siz hareket yoluyla konuştunuz, metinde bir dramaturjik analize girmedik dedin ama sonuçta metnin içerdiği anlamı, hareketi örerken, konuşmuş/oluşturmuş oldunuz. Sekanslarda ne diyor? dinlediğimiz bu kadın, birebir örtüşen jestler değil ama denk düşen, uyan bir hareket tavrı ile… 

S. G: Semih’in biraz benim zamanlamama güvenmesiyle de gelen bir şey. Metni hakikaten hâlâ dinliyor olmamı da devam ettiren bir şey. O kaliteyi tut, tamam! İşin, kendi ile meşgul o kadın imajından dolayı, o anın içinde olup, metni dinlemekte olan kadın imajından dolayı, hep biraz taze kalma zorunluluğu var. En zor kısmı, şimdi yarım saat biz bir şey yapacağız, bir şeyleri fikslememiz gerekiyor ama bir yandan o dinliyor olma hâlini, dinler gibi yapmadan, her bir seferinde aynı doğallıkta verebilmek… 

E. E: Baktığında da seyirci perspektifinden gerçekten her anı çok temiz, net, belirlenmiş… Böyle olduğu için izlenebilirliği artıyor kanımca. O denemeler, tavırdaki seçilmişlik olmasa işlemeyecek. 

S. G: Önceki hiçbir denemede bulaşmadığım a hareketini denemiş bile olabilirim bir gösteride, ama yine de b, c, d’yi denediğim, o hemhal olduğum için, vakit geçirdiğim için malzeme ile, bir bedenin uyumlanmış hâli var ya da o tavra, o düşünceye, o dinliyor olma hâline, her bir seferinde yeniden girmenin pratiği var. Mesela pole’de de hareket evet konuşulur, ama cildin de bir kondisyonu vardır. İki hafta yapma, bir ay yapma cildin unutuyor. Sen istediğin kadar fonda fitness yapmış ol, hâlâ o gücün olmuş olsun ama cildin unuttu! Sen aynı hareketleri masasız yap, ama malzemeyi unuttun ya da bakışların olmadan çalışmış ol aynı hareketleri, ama o başka bir şey, boynunu bilmem kaç derece öne eğmek bile… Bazı gösterilerden sonra gözlerim ağrıyordu benim, o kadar burada olmaktan. Çok garip detaylar ama öyle.

E. E: Bunlar çok önemli detaylar. Anlamı oluşturan, inşa eden seçimler… Sen onu öyle yaptığın için o dünyayı kurabiliyorsun.

Kendi sesini dinlemek

E. E: Dans ederken kendi sesini duyuyor ve belli bir dikkatle dinliyor olmak sana nasıl geliyor? 

S. G: Başta sevmiyordum kendi sesimi. Kayıt süresinde de Semih şunu diyordu “senin tiyatrocu olmayan bir sesin ve artikülasyonun var”. Kendi kıymeti olduğunu, kendi ritminin olduğunu düşünüyordu ama ben kayıtları yaparken, duyarken berbattı. Ancak gösteri esnasında, en başlarda değil, yaptıkça yaptıkça daha güvenli hissettiren bir yere getiriyor beni. Çünkü, biraz solo olmasının verdiği “Evet, bu benim zamanım” hissi de var bende. Ne yaparsam onu izleyecek seyirci. Tam da bu benim alanım, kimseyle senkron olma derdim yok, bir akış varsa da başka birine göre yakalamam gereken bir şey yok. Mesela bu, en az gerildiğim gösteri oldu, ilk solo işim, onun da etkisi olabilir. O ses, güvende hissettiren bir çapa gibi hep, malzeme benim, ses benim, saklamıyoruz, buradayız. Metinde şunu diyor ya, Aralık ayının sonundayız. Biz bunu Kasım sonunda oynuyorduk, sonlara doğru ya Sedef yanlış söylemiyor musun? Böyle küçük diyaloglar da oluyordu zihnimde. Çünkü o gerçekten benim sesim, ben düşünüyorum, Sedef yanlış mısın acaba? 

E. E: Oynarken, dans esnasında… Gülüşmeler

S. G: Evet. Çünkü artık onuncu kere dinliyorum onu mesela. O içte bir diyalog da olabiliyor. Dinlemeyi zorlaştırabiliyor bu. Hayır sadece dinle… Biraz meditasyon gibi benim yaptığım pratik, meditasyonda da gelen giden düşünceleri sadece pasif dinle, ekstra onlarla savaşma, ekstra değiştirme, kovalamaya çalışma gibi bir düstur vardır ya, biraz onun gibi, onu yaptığımda bence işliyordu izlenirlik açısından. Diyaloğa girdiğimde biraz kaçmaya başladığı anlar olabiliyordu. 

E. E: Hem pasif hem aktif olduğun iki alanın arasında hareket ediyorsun diyebilir miyiz?

S. G: Aslında aktif kısmı hareket etmek, pasif olarak dinliyorsun. Böyle aldım ve cevaben hareket ettim gibi değil de biraz daha eş zamanlılığa yakın gibi, çok yalın haliyle işte şu an elim ne kadar güneşli görünüyormuş, tam o an onu görmekteyken. Çünkü bunlar çok hızlı oluyor ya, görüyorum, güneşi algılıyorum, görüyorum ve bununla ilgili düşüncem oluşuyor ve bunu sesli söylüyorum, oradaki seste, ses kaydında, biraz aksamalı eş zamanlılık gibi… 

E. E: O yüzden de yoğun ve yorucu diye anlıyorum senin açından. Her ne kadar pasif desen de aktif, canlı bir dinleme durumu söz konusu. Pasiflik pek çok unsuru azaltmakla ilgili olabilirken, onu azaltmak da belli bir efor gerektiriyor olmalı. 

S. G: Evet, mesela, ben görece bayağı içine kapanık bir insan olduğum için bununla iyi başa çıkabildiğimi düşünüyorum ama ona rağmen çok yoğun geliyor. Kendimle vakit geçirmeye çok alışığım, ama “kendini irdele” denen bir yarım saat verilmiş gibi de hissettiriyor bazen, orası yorucu ve yoğun…

Duyulan konuşma, görülen kadın, iç ses

E. E: Gösterinin içeriği açısından duyulan konuşmayla, görülen kadın arasında bir bağ kuruluyor. Bu bağ duyulan sesin iç ses gibi algılanmasına yol açıyor. Bu durumda duyulanla görülen arasında bir mesafe var ve o mesafenin nasıl yaratıldığı ilgi çekici. O mesafeyi seyreden olarak nasıl yaklaştırıyorum, uzaklaştırıyorum, bunun arasında bir git gel… Senin açından nasıl? 

S. G: Bu biraz soru işaretine bırakılmış gibi geliyor bana. Şöyle de algılanabilir, bu birebir bu kişinin şu anki eş zamanlı düşünceleri veya bir kere kayıt olup ayrı bir mecradan bize dinletiliyor ve o kadına da dinletiliyor. Maruz kaldığı harici birinin düşünceleri de olabilir. Çünkü ne kadar dikkatli dinlemek durumunda olsam da şu da oluyor. Ben o tarihte, o saatte, o düşüncelerde olmasam da bunlara maruz kalarak, icracı olarak onlara tekrar odaklanıyor haldeyim. Her bir 32 dakikada yine gündemim o oluyor. Arka arkaya bir şeyi oynadıkça ve söylediği şeylerden biri kendini izliyor dinliyor, anda olmasına rağmen seni kısıtlıyor aslında, o spesifik düşüncelerle. Çünkü onun bir araştırması yok o anda, tamam hareketlerde bir serbestlik olabilir, ama ses kaydı yapıldı, play’e basıldı gibi bir kısıtlama da olabiliyor icracı olarak benim açımdan.

E. E: Sürekli olarak senin o anda var olmanı koşullayan güçlü yönergeler var. Bunlar bir durum oluşturuyor. Durumun kendisi performansı. İcracı olarak uymakta olduğun koşullar, içerikte aktarılana (karakter, figür, temsil, biri…) koşut gidiyor diyebiliriz. Ve bunların çeşitlemeleri, katmanları, her seyircideki etkileri elbette… 

S. G: O tekrar edişin mekanikliğinden kaçmak, icracı olarak çok zor, hâlâ onun düşünüyor olduğunu düşünüyorsam, bende öyle bir etki yaratıyorsa, icra ederken bu düşünceleri, bu lafları ilk defa duyuyor hissiyle, ama rol yapmadan, orada olmaya çalışmak inanılmaz zor.

E. E: Metinde kadının bedeninde gördüğümüz ya da konuşan/anlatılan kadının bedeni de diyebiliriz buna, söylenenler ya da söylenme ihtimali olanlar üzerinden bir tanımlama var, bir biçimlendirilme var. Bundan kaçamıyor oluş da beni etkileyen unsurlardan bir tanesi oldu. 

S. G: Evet. Bakışları açıp tam seyirciye döndüğüm bir an yok mesela. Olan biten hakkında iletişimde değilim, kendi içimde yaşayıp bitiriyorum.

Bir… de… ben… 

E. E: Beden, düşünce, zihin, kelime, dans ve metin arasındaki ilişki açısından neler söylemek istersin?

S. G: Bayağı kendini sıfırdan var edip, o mekâna yerleştiriyor. Kafa, omuzlar, kollar… buradayım, varım… Ben! Her şeye sıfırdan başlayabilirsin aslında. Bütün bu boşunalığı olsa da hayatın… Geriye bir tek sen kalıyorsun. Birileri artık gittikten sonra, bunu hem yalnızlık diye düşünebilirsin hem o kurduğun bedenle var olup, kapladığın hacmi sıfırdan başlama gücü olarak da düşünebilirsin. Çünkü şu da oluyor. Zavallı yalnız bir kadın mı? Ona rağmen, o düşünceler akmaktayken, zincirlerin kırılmasına varmasa da olay; bunlarla kalabilen, bu düşüncelere mesafe ile yaklaşmayı başarabilen bir kadın mı?

E. E: Buradayım! Sanki bedeni düşünce yoluyla yeniden kuruyor ama zaten beden orada ve ayırıyor mu derken, aslında ikisinin bir olarak var olduğunu tekrar gösteriyor. 

S. G: Bu dediğiniz benim için çok basit ve kuvvetli. Sayıyor, sayıyor, ellerini açıp söylüyor. “Omuz. Omzun ortasında boyun. Boynun üstünde baş. Boynun altında gövde. İki yanda birer kol. Kolların ucunda eller. Altta iki bacak. Bacakların ucunda ayaklar. Ben.!” Bir de ben!

TEB Oyun
2 Mayıs 2025


toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot situs toto toto slot bengbengtoto toto slot rctitogel toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot situs slot gacor situs slot gacor situs slot gacor situs slot gacor situs slot gacor toto slot toto slot toto slot toto slot toto slot ohtogel ohtogel toto slot mineraltoto balaitoto balaitoto rctitogel bengbengtoto bengbengtoto sisi368 balaitoto balaitoto sisi368 sisi368 togel sgp bengbengtoto togel hk indosattoto indosattoto indosattoto indosattoto jualtoto jualtoto